Page 106 - Hikâyemizin Yarım Asırlık Yerli Sesi Mustafa Kutlu
P. 106

106    HIKÂ YEMIZIN  Y ARIM  ASIRLIK  YERLI  SESI :  MUSTAF A  KUTL U

           âşığı) olan doktora “Ya sen ya kitapların bu evde kalabilir”.
           Derler ki bu kitap aşkı başka bir aşk, daha doğrusu ortak ka-
           bul etmezmiş. Kitap aşkı başka sevda kaldırmaz. Iki karpuz
           bir koltuğa sığmaz. “Kitapsever mücerret bekâr kalmalıdır”
           der Mustafa Kutlu. Nihani mahlası ile şiirler yazdığı yıllarda
           hareli gözleri ile Nigâr çıkagelmişti. Karısı, ona yazdığı şiir-
           leri bir defterde toplamıştı. Adını bile koymuştu: Nigaristan.
           Ama karısı kütüphaneye değil, hele şiire hiç değil, arabalara
           ve Avrupalara doğru yürümüştü. Mustafa Kutlu’nun “Beyhu-
           de Ömrüm” adlı hikâyesinde karısı bir bahar kasabanın ka-
           rakolunda görevli bir jandarma gediklisiyle kaçmış. Hacı Ali
           de peşlerinden…Dönüp geldiğinde bir deri, bir kemik imiş.
           “Yaşamaz  bu”  demişler,  ince  hastalığa  yakalanmış.  Öldür-
           meyen Allah öldürmez ve insanoğlu ne dertlere katlanır. O
           hâlinden sonra kendini çiçeklere, kuşlara vurmuş adam. Bir
           nevi Ferhat’a dönmüş. Şirin’e; adam ise bahçeye sevdalı. Bah-
           çenin sevdası içinde dal budak sarmaya durmuştu. Sonuçta
           herkesin aşkı kendine özgüdür. Aşka aşk diyebilmek için in-
           sana ihtiyaç yoktur. Mustafa Kutlu’nun “Chef” adlı kitabından
           Hüseyin Hüsnü Bey oto galerisinin önünde her gece, her gece
           otomobillere bakan, bakmaya doyamayan Hüseyin’in otomo-
           bil aşkı… Bu aşk ile her gece kafayı bulup sevdiği kızın evinin
           önünde sabahlayan Mecnunlar gibi, bir türbe etrafında aşk
           ile dönen dervişler gibi… “Memur Bey, yanlış anladınız, ben
           hırsız  değilim,  âşıkım,  âşık”  diyerek,  konuştukça  batarak…
           Mustafa Kutlu’nun “Arka Kapak Yazıları”nda makinist ve tren
           biran için göz göze gelirler. Makinist ona sarılmayı, kucakla-
           mayı, okşamayı geçirir aklından. Sonra cayar, umarsız ham-
           leyi içine gömer, ıslanan gözlerini siler, alacakaranlıkta belli
           belirsiz bir veda selamı gönderir sadece lokomotifin yürek
           ürperten  homurtusu,  üzerinden  sular  damlayan  yağlı-kara
           görüntüsü, beyaz buğulara bulanmış koca gövdesi. Çocuk kal-
           binde sevimli bir dev imajı barındırıyordu oysaki. Ama şimdi
           veda vaktiydi. Hep ayrılıklara şahit olan bu tren bu sefer ken-
   101   102   103   104   105   106   107   108   109   110   111